Sıtma etkeni parazit ailesinin bilinen bir üyesi olan Plasmodium falciparum tarafından, hasta ettikleri eritrositlere (alyuvar) sentezletilen (ürettirilen) VAR2CSA isimli proteinin, insan plasenta (eş) hücrelerinde bulunan özgül bir CS (kondroitin sülfat) isimli bir molekülü seçici olarak tanıyıp ona bağlanması, çoğumuz için bir anlam ifade etmeyen, sıkıcı bir bilgi olabilir. Peki ya, insanda görülen birçok kanser hücresinin yüzeyinde de pl-CS (plasenta benzeri kondroitin sülfat) üretildiğini ve bunun bizi, sadece kanser hücresini hedef alan tedaviler geliştirme hayalimize koşar adım yaklaştırdığını söylesek?
Plasenta, döllenme sonrası hızla gelişmeye başlayan, kadın uterusuna (rahim) tutunan ve gebeliğin ilerleyen döneminde anne-fetus (cenin) arasındaki her türlü paylaşımı sağlayan organdır. Buradaki kilit nokta, bir kanser dokusu kadar hızlı bir şekilde büyümesi, gelişmesi ve uterusa doğru invazyon (istila diyebiliriz) yapmasıdır. Büyüme ve yayılma davranışı açısından kanser hücrelerine benzer özellikler sergilediğinden, plasentayı oluşturan hücreler, moleküler seviyede kanser tedavisi araştırmalarında önemli bir deneysel yere sahiptir. İşte bu benzerlik temelinde yapılan önceki araştırmalar sayesinde pl-CS molekülünün plasenta hücreleri yanında diğer birçok kanser hücresinde de yüksek oranda var olduğu bilinmektedir.
Buradan yola çıkarak, laboratuvar ortamında oluşturulan rekombinant molekülün (rVAR2), vücut dışı (in vitro; deney tüpünde) ve canlı organizmada (in vivo) yapılan deneylerde, kanser hücresini tespit etmedeki başarısını sınayan Danimarka-Kanada ortak çalışması olumlu sonuçlar verdi. Çeşitli kanser tiplerinde, zehirli ajan olarak Difteri toksinini ve hemiasterlin isimli mitoz durdurucu kemoterapi ajanını kanser hücrelerine taşıyan ve bunu yaparken normal hücreleri toksik etkilerden korumayı başaran rVAR2 sayesinde kanserin moleküler temelli tedavisinde yeni bir çağ başlamış görünüyor.
Tıp alanında bu yılın Nobel’ini paylaşan üç bilim insanının, tedavisinde büyük başarılar kaydettiği sıtma hastalığı etkeni parazitten elde edilen bir proteinin, insan kanser hücrelerini bulup, onlara güçlü bir şekilde bağlanması ve beraberinde taşıdığı ilaçları hedefe başarıyla ulaştırması güzel bir tesadüf olsa gerek. rVAR2’nin “kokusunu takip ettiği” pl-CS’nin insanda görülen çoğu kanser tipinde (meme, yumuşak doku kanserleri, kemik sarkomları, pankreas ve kalın bağırsak kanserleri vs.) salgılanıyor olması da, tedavinin genel başarısı açısından oldukça olumlu bir durumdur.
Deney kaplarında gösterilen başarının fare deneylerinde de sağlandığı bildirilse de, bu yeniliğin kanser tedavisinde fark yaratıp yaratmadığına karar vermek için klinikte, yani kanserli insanlar üzerinde ve her bir kanser tipinde nasıl sonuçlar vereceğini beklemek zorundayız.
Kaynak: 10.1016/j.cell.2015.09.003
Plasenta, döllenme sonrası hızla gelişmeye başlayan, kadın uterusuna (rahim) tutunan ve gebeliğin ilerleyen döneminde anne-fetus (cenin) arasındaki her türlü paylaşımı sağlayan organdır. Buradaki kilit nokta, bir kanser dokusu kadar hızlı bir şekilde büyümesi, gelişmesi ve uterusa doğru invazyon (istila diyebiliriz) yapmasıdır. Büyüme ve yayılma davranışı açısından kanser hücrelerine benzer özellikler sergilediğinden, plasentayı oluşturan hücreler, moleküler seviyede kanser tedavisi araştırmalarında önemli bir deneysel yere sahiptir. İşte bu benzerlik temelinde yapılan önceki araştırmalar sayesinde pl-CS molekülünün plasenta hücreleri yanında diğer birçok kanser hücresinde de yüksek oranda var olduğu bilinmektedir.
Buradan yola çıkarak, laboratuvar ortamında oluşturulan rekombinant molekülün (rVAR2), vücut dışı (in vitro; deney tüpünde) ve canlı organizmada (in vivo) yapılan deneylerde, kanser hücresini tespit etmedeki başarısını sınayan Danimarka-Kanada ortak çalışması olumlu sonuçlar verdi. Çeşitli kanser tiplerinde, zehirli ajan olarak Difteri toksinini ve hemiasterlin isimli mitoz durdurucu kemoterapi ajanını kanser hücrelerine taşıyan ve bunu yaparken normal hücreleri toksik etkilerden korumayı başaran rVAR2 sayesinde kanserin moleküler temelli tedavisinde yeni bir çağ başlamış görünüyor.
Tıp alanında bu yılın Nobel’ini paylaşan üç bilim insanının, tedavisinde büyük başarılar kaydettiği sıtma hastalığı etkeni parazitten elde edilen bir proteinin, insan kanser hücrelerini bulup, onlara güçlü bir şekilde bağlanması ve beraberinde taşıdığı ilaçları hedefe başarıyla ulaştırması güzel bir tesadüf olsa gerek. rVAR2’nin “kokusunu takip ettiği” pl-CS’nin insanda görülen çoğu kanser tipinde (meme, yumuşak doku kanserleri, kemik sarkomları, pankreas ve kalın bağırsak kanserleri vs.) salgılanıyor olması da, tedavinin genel başarısı açısından oldukça olumlu bir durumdur.
Deney kaplarında gösterilen başarının fare deneylerinde de sağlandığı bildirilse de, bu yeniliğin kanser tedavisinde fark yaratıp yaratmadığına karar vermek için klinikte, yani kanserli insanlar üzerinde ve her bir kanser tipinde nasıl sonuçlar vereceğini beklemek zorundayız.
Kaynak: 10.1016/j.cell.2015.09.003
Kaynak ve İleri Okuma
Etiket
Projelerimizde bize destek olmak ister misiniz?
Dilediğiniz miktarda aylık veya tek seferlik bağış yapabilirsiniz.
Destek Ol
Yorum Yap (0)
Bunlar da İlginizi Çekebilir
07 Aralık 2014
Her Kanser İlacı Kalbe Aynı Zararı mı Veriyor?
19 Temmuz 2017
Erken Saç Kaybı ve İnsan Genomundaki Değişimler
10 Temmuz 2015
Meme Kanseri Teşhisi Hormon ile Geliştirilebilir
13 Aralık 2014
Kolon Kanseri ve Biyofilm Görüntüleme